İLERİDE Programı’ndaki eğitimler tüm hızıyla devam ederken geçtiğimiz hafta Prof. Dr. Itır Erhart ile son yıllarda sıkça duyduğumuz “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” konulu oturumumuzu gerçekleştirdik. Peki nedir bu Toplumsal Cinsiyet Eşitliği? Sık yapılan hatalardan biri bu kavramı duyunca akıllara sadece kadınların gelmesidir. Oysa biyolojik cinsiyet doğuştan gelen fiziksel farkları ifade ederken toplumsal cinsiyet, toplumun bireylere cinsiyetleri doğrultusunda yüklediği roller, beklentiler ve davranış kalıplarıdır. Erkekler güçlü, lider; kadınlar duygusal, ev içi rollere uygun gibi düşünceleri toplumsal cinsiyet kalıplarına örnek verebiliriz. Toplumsal cinsiyet eşitliği ise kadınların, erkeklerin ve diğer cinsiyet kimliklerinin hak sorumluluk ve fırsatlar açısından eşit şekilde değerlendirilmesini ve muamele görmesini ifade eder. Örneğin, kadınların mühendis olabilmesi kadar erkeklerin hemşire, öğretmen ya da evde çocuk bakıcısı olmasının da normal kabul edilmesi demektir. Cinsiyete göre değil, yeteneklere ve isteğe göre fırsatların sunulmasıdır. Hem kadınların hem erkeklerin eşit şekilde karar alma mekanizmalarında yer alabilmesidir. Peki ne değildir? Kadın ve erkeklerin tamamen aynı olması gerektiği düşüncesi değildir. Herkesin aynı hayatı yaşaması gerektiği anlamına gelmez. Eşitlik, aynılık demek değildir. Aksine, farklılıklarımızla birlikte adil bir düzen içinde var olabilmeyi savunur.
Prof. Dr. Itır Erhart’ın oturumda paylaştığı verileri dinlerken bir şeyleri yeniden sorguladım. Kadınların iş gücüne katılım oranı erkeklere kıyasla hâlâ çok düşük. Özellikle Türkiye'de 25-49 yaş grubundaki kadınların istihdam oranının %26,7 olduğu, erkeklerin ise %87,3 oranında istihdam edildiği belirtildi. Oysa bu fark, kadınların isteksiz olması veya yetersizliğinden değil, önlerine çıkan görünmez engellerden kaynaklanıyor. “Cam tavan” tam da bunu anlatıyor: Kadınlar belli bir noktaya kadar ilerleyebiliyor ama orada bir yerde sanki görünmez bir tavan var. Bu görünmez tavanı geçemiyorlar. Bu bazen önyargılarla, bazen varsayımlarla, bazen de sistemin kendi içindeki eşitsizliklerle besleniyor. Bu konu sadece kadınları ilgilendirmiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği, hepimizin sorunu. Çünkü gerçek potansiyeline ulaşamayan bir toplumda kimse tam anlamıyla kazanmış sayılmaz. Bir kadının sadece cinsiyetinden dolayı bir işe alınmaması ya da terfi ettirilmemesi, bir erkeğin de duygularını göstermemesi gerektiğine inanması… Bunların hepsi aynı sistemin farklı yüzleri. Aslında hepimiz bu rollerin içinde sıkışıyoruz.
İş hayatında hem kadınlar hem de erkekler toplumsal cinsiyet eşitsizliğine maruz kalıyor. Kadınlara iş görüşmelerinde sıkça “Evli misin?”, “Çocuk düşünüyor musun?” gibi sorular sorulurken, erkeklere bu sorular neredeyse hiç yöneltilmez. Kadın liderler çoğu zaman "sert" olursa eleştirilir, "yumuşak" olursa yetersiz bulunur. Toplumsal beklentiler kadınların liderlik tarzını da sınırlar. Aynı şekilde erkek çalışanlardan “sert”, “mantıklı” ve “duygusuz” olmaları beklenir. Empati gösteren, duygu paylaşan erkekler “fazla yumuşak” olarak algılanabilir. Toplumun erkekten “evin direği” olmasını beklemesi, ekonomik sorumluluğu tek başına üstlenmesine neden olabilir.
Tüm bunlar bize toplumsal cinsiyet eşitliğinin yalnızca sayısal bir denge değil; aynı zamanda fırsatlara erişim, karar alma süreçlerine katılım, görünürlük ve değer görme gibi pek çok alanı kapsadığını gösteriyor. Bugün hâlâ “Kadınlar/Erkekler bunu yapamaz.” gibi cümlelerle karşılaşıyoruz. Oysa mesele sadece kadınlar ya da erkekler değil; mesele hepimizin eşit bir dünyada yaşayıp yaşayamayacağıdır.
Peki biz, bu eşit olmayan düzeni değiştirmek için daha ne kadar bekleyeceğiz? İlk adım, eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği müfredatlarının yer alması olmalı. Küçük yaşlardan itibaren çocuklara, cinsiyet farklarının onları sınırlamadığı, herkesin kendi isteği ve yetenekleri doğrultusunda bir yaşam kurabileceği anlatılmalı. Aynı şekilde medya ve iş dünyası da bu dönüşüme katkı sağlamalı. Medya, her cinsiyetin eşit şekilde temsil edildiği ve toplumsal cinsiyet rollerinin sorgulandığı içerikler üretmeli. İş yerlerinde de eşitlik politikaları benimsenmeli ve cinsiyet temelli ayrımcılık ortadan kaldırılmalı.
Eşitlik sadece kadınların mücadelesi değil, hepimizin mücadelesi. Erkeklerin “destekçi” pozisyonunda kenarda durması yetmez; bu mücadelenin tam içinde, sorumluluk alarak yer almaları gerekir. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sadece bir tarafın sorunu olarak görmek, dönüşümü engeller. Hep birlikte, eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için sorumluluk almalı ve her fırsatta eşitlikten yana tavır göstermeliyiz. Bu mücadele, bir tarafın diğerini bastırması için değil; herkesin eşit haklara, fırsatlara ve saygıya erişebilmesi için vardır.
Bu oturum bana, toplumsal cinsiyet eşitliğinin bir “lüks” değil, bir “zorunluluk” olduğunu gösterdi. Eşitlik sadece yasalarda değil, gerçek hayatta, toplumda, iş görüşmelerinde, toplantı odalarında ve terfi kararlarında görünür olmalı. Ben de hayatımda ve çevremde bu anlayışı daha fazla yaymayı, farkındalık yaratmayı ve eşitlik için daha fazla sorumluluk almayı hedefliyorum. Hep birlikte, bu adımları atarak daha adil ve özgür bir dünya yaratabiliriz.
İçinde yaşadığımız bir gerçeklik olan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” oturumunda Prof. Dr. Sevgili Itır Erhart’a aktardığı bilgiler ve kattığı perspektif için; Shell Türkiye ve Bilim virüsü ekiplerine ise bu değerli konuyu eğitim programımıza dahil ettikleri için teşekkür ederim.
Aybike Gizem Eker - İstanbul Üniversitesi İşletme Öğrencisi