O Buzdağı Biziz | Youthall

O Buzdağı Biziz

23 Mayıs 2025
İçeriği Paylaş:

Hiçbir zaman yalnız değiliz. Misyonumuz ve uğraşımız ne olursa olsun, içerisinde bulunduğumuz ortamda sürekli birileriyle etkileşimde bulunmak durumundayız. Nitekim hepimiz iletişim dediğimiz sürecin, amaca giden yolda elimizdeki en kuvvetli araç olduğunu biliyoruz. Peki iletişimi ne derece doğru kullanabiliyoruz? Kendi iletişim şeklimizin ulaşmak istediğimiz sonuçla uyum gösterip göstermediğini veya bize yardımcı olup olmadığını yeteri kadar gözden geçiriyor muyuz?

İkili ilişkilerimizde paydaş sayısı görece az olduğundan kendi iletişim şeklimizi değerlendirmek ve gerektiğinde değiştirmek bizler adına daha kolay. Öte yandan takım, ekip veya grup, adına ne dersek diyelim, ikiden fazla katılımcının bulunduğu ilişkilerde bir çatışma meydana geldiğinde ne yapmamız gerektiğini belirleme konusunda her zaman başarılı olduğumuz söylenemez. Burada tabii ki ilk önceliğimiz, ne istediğimize karar vermek. Bir basketbol takımı oyuncusu olduğunuzu düşünün. Final maçına çıktınız ve 50 sayı attınız fakat takım halinde birbirinizden kopuk bir biçimde performans ortaya koydunuz ve neticede yenildiniz. Bu sonuç sizi memnun eder mi? Elbette hayır çünkü şampiyonluğu kaybettiniz. O zaman ister ekibi kendimiz oluşturmuş olalım, isterse dışarıdan üçüncü bir kişinin müdahalesiyle bir araya gelmiş olalım; ekip çalışmalarında ortaya konulması beklenen çıktı herkesin faydasına olacak şekildedir, dolayısıyla bizim de bireysel istemimiz bellidir. İkinci adımımız ise bu hedeflenen neticeyi elde etmek adına kimin ne yapması gerektiğine karar vermek. Hepimizin farklı özellikleri, yetenekleri, algıları ve bilgileri olduğundan bunu belirlemek de çok zor değil.

Buradan yola çıkarak Tuckman’ın takım gelişiminin evrelerine yönelik modelini göz önüne alırsak, grup çalışmalarında karşılaşılan sorunlar ekseriyetle sorumluluklar ve görevler paylaşılıp, işi ortaya koyma süreci başladıktan sonra, yani Forming aşamasından sonra ortaya çıkıyor. Çatışma (Storming) aşamasıyla beraber karşılıklı anlayış eksiklikleri ve bireysel yönelimlerin uyuşmaması nedeniyle problemler baş gösteriyor.

Başka bir örnek üzerinden devam edelim. Bir proje ödeviniz var ve ödevi parçalara ayırdınız. Siz kendi sorumluluğunuzda olan kısmı bitirdiniz fakat ekip arkadaşlarınızın biri üzerine düşeni yapmadı. Bu durumda ne yapardınız? Ne yazık ki genellikle bu sorunu direkt olarak ilgili kişiyle konuşmak yerine, durumu başkalarıyla paylaşma veya o kişi ile iletişimi kesme seçeneğine başvuruyoruz. Bazen daha da ileri giderek o kişinin yapmadığı işi kendimiz üstlenerek bitirmeye çabalıyoruz. Sonuç olarak tüm bu yaptıklarımızın istediğimiz sonuçla uyuştuğunu belirtemeyiz. Sorunu başkalarıyla paylaşmak ama ilgili kişiye hiçbir imada bulunmamak veya iletişimi kesme yoluna gitmek çözüm olmayacağı gibi, kendi rollerimizi aşmak da hem fiziksel hem mental olarak bizi yıpratacaktır. Buradan bizim davranışlarımızın birtakım koşullarda halihazırda var olan problemi büyütebileceğini anlıyoruz.

Açık iletişimin önemi kendisini bu noktada gösteriyor. Problemin çevresinde dolaşmak yerine probleme odaklandığımızda, problemin kaynağına karşı şeffaf olduğumuzda buzdağının ardında kalan gizli faktörlere erişmek basitleşiyor. Buzdağı metaforu da bizi veya takım arkadaşımızı temsil ediyor diyebiliriz. Atfetme teorisinin de ortaya koyduğu gibi bizler çoğunlukla sadece buzdağının görünen kısmını yorumlayarak sanki geride kalan her şeyi biliyormuş gibi nedensellik bağları kuruyoruz. Takım arkadaşımızın bekleneni yapmamasının ardında çok farklı sebepler yatıyor olabilir. Bu olası sebeplerin içsel veya dışsal faktörlerden kaynaklandığına bakmaksızın, takım arkadaşımızla birebir iletişime geçerek perdenin ardındakilere de erişmemiz gerekir. İşte o zaman, biz takım normlarının belirlenmesi ve performans gibi daha ileriki aşamalara ulaşabilme şansını elde ederiz. Kapıyı açan tek bir anahtar var, doğru iletişim.

Sait Şükrü Öztürk - Marmara Üniversitesi İşletme Öğrencisi