İletişim, insanlığın varoluşundan beri bizimle yürüyen bir yol arkadaşı; ekip çalışması ise bu yolda artık tek başına yürümenin neredeyse imkânsız olduğu yeni çağın vazgeçilmezi. Artık tek başına yürümek değil, farklı fikirleri, sesleri bir araya getirip ortak bir melodi yakalamak istiyoruz ama bu süreçte bazen tınılar uyumlu olabiliyor, bazen de çatışmalarla karşılaşabiliyoruz. Öncelikle bir ekip çalışmasında kendinizi geri planda bulduğunuz oldu mu hiç? Ya da biri bir espri yaptığında aslında altında başka bir mesaj hissettiniz mi? Peki ya biriyle yaşadığınız bir anlaşmazlık zamanla kocaman bir sessizliğe dönüştü mü? Aslında bunlar, günlük hayatımızda hepimizin yaşadığı anlar ve fark etmesek de iletişimimizin, ekip ruhumuzun derinlerinde yatan sinyaller.
Eğitime başlamadan önce eğitmenimiz bize ilginç bir soru yöneltti: Bir çatışma adasında olsanız, yanınıza alacağınız 3 şey ne olurdu? Arkadaşlarımın cevapları birbirinden farklı ama bir o kadar da anlamlıydı: Parol, bitki çayı, zil, saygı, empati, liderlik... Daha o an anladım ki bu ders, sadece teorilerle değil, gerçek hayatın tam kalbinden gelen meselelerle dolu olacaktı.
Sonrasında buzdağı metaforuyla tanıştık. Üstü herkesin gördüğü, ama altı henüz konuşulmamış düşünceler, duygular ve ihtiyaçlarla dolu dev bir kütle. Bir yanda su seviyesinin üstünde olan mantıksal bilinçle gerçekleştirdiğimiz davranışlarımız varken bir yandan da su seviyesinin altında kalan duygusal davranışlarımız olan, daha çok bilinçaltımızın yön verdiği davranışlar. Davranışlarımızın çoğunu bilinçaltının etkisi ile yerine getiriyoruz. Suyun altında başka ne var dersek "bilgelik ve potansiyel"e dikkat çekmek isterim. Su seviyesini ne kadar aşağı çekebilirsek aslında o kadar bir grup içinde ki bilgeliğe ve potansiyele ulaşabilmiş oluyoruz. Peki nedir bu su seviyesini aşağı çekmek? Bunu sizinle birini tanıştırarak anlatmak isterim: Patates Kralı. Kral bir gün halkına sadece patates ekileceğini söylüyor fakat krala karşı kimse itiraz etmiyor ama o gider gitmez herkes arkasından konuşmaya başlıyor: "Gerçekten mi, üç öğün patates mi yiyeceğiz?", "Kral bize neden fikrimizi sormadı?’’ Kral uzaklaşır uzaklaşmaz bu düşünceler, çiftçilerin bilinçaltını doldurmaya başlıyor çünkü kral orada değil ve bunları duymuyor. Eğer kral otokratik liderlik değil de katılımcı liderlik gerçekleştirseydi çiftçilerin fikrini sorarak onların toprak ve ekimle alakalı bilgi, deneyim ve ihtiyaçlarını görerek su seviyesini aşağı çekebilmiş olurdu. Eğitmenimizin verdiği bu güzel örnek bize gösterdi ki eğer ekiplerde her ses duyulmazsa, suyun altında birikenler zamanla çatışma ve direnişe dönüşüyor.
Hepimizin hayatında aslında kırmızı çizgilerimiz var. Dur noktamız, kendimiz için sınır belirlediğimiz ve hayatımın bu noktalarında iltimas göstermiyorum dediğimiz yerler. Bunlar bizim direniş davranışlarımızdır. Bazen bu davranışları gizli olarak göstermeye başlarız, zamanla da bu davranışlar artık açık bir şekilde gözükmeye başlar. Ben isterim ki bu direniş davranışları aşamalarını biraz konuşalım.
Direniş davranışları genelde sessiz başlar. İlk başta fark edilmez bile; mesela iğneleyici bir şaka olarak karşımıza çıkar. Sanki sadece espri yapılıyor gibidir ama içten içe bir şeyler rahatsız eder bizi. "Acaba neden böyle söyledi?" diye düşünmeden edemeyiz. Ardından bahaneler gelmeye başlar. Gerçekten yorgun olabiliriz, randevumuz da olabilir ama aynı konuya dair üst üste üçüncü bahaneyi duyduğumuzda artık işin içinde başka bir şey olduğunu anlarız.
Sonra işler biraz daha görünür hale gelerek dedikodu başlar. O kişiyle doğrudan konuşmak yerine başkalarına anlatmaya başlarız ama ne yazık ki mesele asıl kişiye değil, etrafa yayıldığı için çözüm de gelmez. Ardından iletişim kopukluğu başlar: mesajlar cevapsız kalır, aramalara dönülmez, görüşmeler ertelenir. Artık kişi ne konuşmak ister ne de dinlemek.
Bu noktadan sonra davranışlar daha zarar verici olabilir. Bazen bu zarar çevreye yönelir, bazen de kişi kendine zarar verir. İsteksizce bir ortama girmek ya da kendi ihtiyaçlarını yok saymak gibi. Daha sonra ağırdan alma gelir; kolayca halledilebilecek işler uzatılır. Bu da sessiz bir "istemiyorum" demenin yoludur ve en sonunda boykot başlar. "Yapmam, gitmem, katılmam" gibi net tepkiler ortaya çıkar. Bu bazen küçük şeylerdir ama bazen de büyük toplumsal hareketlere dönüşebilir.
Boykot kısmında eğitmenimizin bir başka örnek olarak verdiği "Air France Hava Yolları" örneğinden bahsetmek isterim. Pilotların maaşlarına istedikleri zammı elde edememeleri sonucu bir günlüğüne uçuş yapmamaları ve bu yüzden yaşanılan itibar kaybı ve maliyet. Bu da bana gösterdi ki bastırılan ihtiyaçlar ne kadar görünür olursa değişim de o kadar güçlü oluyor.
Tüm bu süreçler sonunda savaş ve ayrılış aşamasına gelerek artık geriye dönüşün olmadığı noktaya ulaşmış oluruz.
Tüm bu direniş çizgileri aşamaları aslında "suyun altını dolduran nedenleri” ortaya çıkarıyor. Peki bu suyun altını dolduran nedenleri biraz olsun azaltmak için neler yapabiliriz kısmına geldiğimizde ise çok değerli iki kavram öğrendim. derin demokrasi ve şiddetsiz iletişim. Derin demokrasi bize şunu öğretiyor: Çatışmadan kaçma, aksine o zor konuşmaları yap. Şiddetsiz iletişimle, suçlamadan, “ben dili” kullanarak duygularını paylaşarak çözüm alanı yarat. Çünkü gerçek iyileşme, ancak iletişim kanalları açıldığında mümkün ve bu sadece sorun anlarında değil, başarıları kutlarken de geçerli. Geri bildirim kültürünü zenginleştirmek, hem bireyler hem ekipler için büyük bir adım. Aslında gördüm ki her durumun temelinde ‘iletişimi açabilmek ve güvenli bir alan’ ortaya koyabilmek var. Eğer bir çatışmanın en başında suyun yüzüne çıkan ilk küçük şakada açıkça konuşabilirsek belki de iletişim kopukluğuna, zarar vermeye, boykota gerek kalmadan birbirimizi anlayabiliriz.
Bu eğitimden sonra fark ettim ki, bazen kendi iç çatışmalarımda da aynı direniş çizgisi işliyor. Ağırdan alma, iletişim kopukluğu, hatta kendime zarar verme pahasına konfor alanımda kalmak. Oysa ki çözüm zor da olsa, iletişimi açmakta. Hem kendimle, hem çevremle. İkili oturumlarda arkadaşlarımla yaşadığımız çatışma deneyimlerini paylaştık. Kimimizin dedikodu aşamasında takıldığını, kimimizin de iletişim kopukluğu davranışını gösterdiğini fark ettik. Bu paylaşımlar, herkesin suyun altında kendi hikayeleri olduğunu gösterdi. En güzeli, o akşam birbirimize biraz daha yaklaştık, biraz daha anladık.
Bu eğitimden bana kalan temel 3 şey oldu;
İleride ekip çalışması olarak gerçekleştireceğimiz projelerde bize önemli bir rehber olacağını düşündüğüm bu eğitimi sağladığı için Shell Türkiye ve Bilim Virüsü ekibine, değerli bilgileri ile bakış açımızı bu konuda genişleten sevgili eğitmenimiz Ceyda Özdemir Ertan’a teşekkürlerimi sunuyorum.
Sude Zeliha Karaduman - İstanbul Üniversitesi İşletme Öğrencisi