Bilgiyle Yeniden Var Olmak | Youthall
Youth Awards 2025'te oylama heyecanı başladı! İnsan kaynakları ve pazarlama alanındaki en iyi çalışmaları değerlendirmek için tıklayın →

Bilgiyle Yeniden Var Olmak

23 Temmuz 2025
İçeriği Paylaş:

Bazen aynı cümleyi bin kişi okuruz ama yalnızca biri onunla evrenin sınırlarını deler.

Kimi zaman bir sınıfın içi suskundur ama bilinçler birbirine dolanmıştır. Bilgi, fiziksel olarak aynı ortamda bulunmayı gerektirmez artık; tıpkı kuantum dolanıklığı gibi. Bir düşünce başka bir düşünceyle karşılaşmadan onu etkiler. Bu yüzden aynı anda bir öğrenci kitap sayfasında Newton’un yerçekimini öğrenirken, başka bir öğrenci Dostoyevski’nin cümlelerinde yere çakılmış bir ruhun yasasını çözümler. Ve bu iki eylem, eşzamanlı olarak birbirine görünmez bağlarla dokunur.

Bütün mesele şu: Öğrenmek, artık sadece öğrenmek değildir. Öğrenmek, bir bilginin içine düşmek değil, onunla birlikte yeniden var olmaktır.

Dostoyevski’yi okuyan öğrenciyle kuantum fiziği çözen öğrenci arasında görünmeyen bir bağ var. Çünkü biri insanın iç labirentini kazarken, diğeri maddenin sonsuz olasılıklar denizine dalar. Her ikisi de kesinlikten uzak, belirsizliğin içinde anlam arar. Çünkü artık öğrenme, salt bilgi edinmek değil; bilgiyle varoluşunu yeniden tanımlamaktır.

Kuantum dolanıklık parçacıkların birbirine bağlandığı, uzakta olsalar bile birbirlerini etkilediği bir fenomendir. Bu yüzden aynı anda İstanbul’da bir öğrenci Suç ve Ceza’yı okurken Moskova’da başka bir öğrenci Maxwell’in denklemlerini çözüyorsa bu yalnızca bir tesadüf değil dolanıklıktır. Çünkü bilgi, ruhları da birbirine bağlar. Zihinler arası bir senkronizasyondur bu. Ve işte tam burada, “öğrenmek” fiilini aşan bir katman başlar.

Teknoloji bize bilgiyi taşıma hızını verir ama anlamı değil. Anlam, satır aralarında gizlidir. “Bir insan neden kendini öldürür?” sorusunun yanıtı, ne istatistikte ne de algoritmadadır; belki Yeraltından Notlar’ın herhangi bir cümlesinde titreşen gizemli bir boşluktadır. İşte o boşluk, kuantum dolanıklığın ta kendisidir;bilginin değil, hissin dolanıklığı.

Öğrencilerin bu yeni çağda öğrendiği şey sadece fizik ya da edebiyat değil; bu ikisi arasında dolanan ruhsal bir akıştır. Onlar artık yalnızca öğrenmiyor, evreni yeniden kuruyorlar. Kimi zaman bir yazının içindeki bir kelimeye, kimi zaman bir denklemdeki sembole gözyaşı bırakıyorlar. Çünkü bilgi artık sadece akılla değil, kalple de öğreniliyor.

Sınıf arkadaşlarımdan biri bir gün şöyle demişti: “Ben bir bilgiyi öğrendiğimde değil, onunla değiştiğimde anladım.”

Başka biri şunu ekledi: “Anlamak, bir düşünceyle birlikte düşmeyi göze almak.”

Ve bir diğeri: “Bazen bir kitap sayfası, tüm laboratuvarlardan daha çok yankılanır.”

Bu cümleler, artık sınıfta oturan öğrencilere değil; evrende yankılanan bilinçlere aittir.

Çünkü artık öğrenmek, akademik bir eylem değil; felsefi, varoluşsal ve hatta teknolojik bir performanstır. Dostoyevski’nin dediği gibi, “İnsanın ruhunu tanımak, sonsuzluğu hesaba katmaktır.” Biz de artık sadece bilgiyi değil, onunla birlikte varlığımızı yeniden kodluyoruz. İşte tam burada, düşüncenin içinden çıkan bir başka çağ başlıyor: Deneyimi tasarlama çağı. Sınıflar artık duvarları olan değil, olasılıkları olan mekânlar. Bir düşünceyi yakalamanın yolu, ona dokunmaktan değil, onun çevresinde dans etmekten geçiyor. Öğrenen de gözlemlendiğinde değişiyor. İşte bu yüzden, gözlem - dinleme - soru sorma üçlüsü, yalnızca eğitimde değil, yaşamın tasarımında da temel hale geliyor.

Teknoloji eğer yalnızca araç olarak kalırsa, bizi niceliğe hapseder. Ancak onu nitelikle birleştirirsek, gerçek öğrenme başlar. İLERİDE Programı’nın inovatif sunumlarında da işte bu vurgu vardı: Ergonomik düşün, yani düşünceyi bedenle, duyuyla, deneyimle birleştir. Olaylara tek bir açıdan değil, analojiler kurarak yaklaş. Çünkü bir fotoğrafa bakan yüz kişi yüz farklı dünya görür aynı duruma bakan iki kişi, aynı sorunu farklı çözebilir. Bu, hem kuantumun hem yaratıcılığın kendisidir.

Merak ve sorgulama, bu çağın en büyük öğretmenleridir. Empati kurabilen, duyguyu yakalayabilen ve eleştirel düşünebilen öğrenciler; artık sadece bilgiye değil, bilginin tasarımına da hâkimdir. Onlar bir Dostoyevski romanını okurken, aynı anda bir yapay zekâyla da konuşur. Çünkü artık biliyoruz ki kuantum dolanıklık yalnızca parçacıklar arasında değil; bakış açıları arasında da vardır. Bu yüzden, İLERİDE Programı’nda gerçekleşen eğitimlerde aldığımız her not, bir tasarım ilkesi değil yalnızca aynı zamanda evrenin işleyişine dair bir metafordur. Öğrenmek artık tek yönlü bir akış değil; çoklu katmanlar arasında senkronize olmuş bir bilinç akımıdır. Bu akımda ilerleyebilmek içinse tek yapmamız gereken, hem empatiyle bakmak hem de eleştirel kalmak.

Çünkü bilgi, artık sadece okunmaz. Bilgi, yaşanır.

Ve yaşanmış bilgi, daima dolanıktır.

Ve evet, bir yerden sonra öğrenmek öğrenilmez. Ya olunur, ya unutulur. Tıpkı kuantum dolanıklığında olduğu gibi: İki parçacık aynı anda, iki farklı evrende, birbirinden habersiz aynı duyguyu taşır. Anlam, bazen işte böyle yoklukla birlikte var olur. Bunu bir sınav sorusuyla ölçemezsiniz. Bunun formülü yoktur. Sadece sezilir.

Defterimin kenarına şöyle yazmıştım: “Bilgiyi değil, deneyimi tasarla.” Ama sonra anladım ki deneyim bile yeterli değil. Deneyimin duyusunu tasarlamak gerekiyor. Çünkü insan sadece neyi öğrendiğini değil, ne hissettiğini de hatırlar. Empati, bu yüzden bir araç değil, bir epistemoloji biçimidir.

Kimileri hâlâ “nitelik mi, nicelik mi” arasında salınıyor. Oysa bu soruyu sormak bile zaman kaybı; nitelik, sayılamayandır. En kıymetli şey ölçülemez. Bir parçacığın yerini tam olarak ölçmeye çalıştığın anda, hızını kaybedersin. Bilginin dokusunu zorladığında, özünü parçalarsın.

İLERİDE sunumlarında gösterilen bazı fotoğraflar gibi…

Biri duvarı gördü, biri yalnızlığı.

Biri teknolojiyi yorumladı, biri taşın soğukluğunu.

İşte o an anladım: Analoji, insan beyninin dolanık halidir. Aynı görüntüde, farklı geçmişleri yankılayan yorumlar…

Bu yüzden herkes aynı sunumu izler, ama yalnızca bazıları duvarın arkasını görür.


Peki bazıları neden hep daha azını görür?

Belki de bu yüzden bazı metinlerde inovasyon sadece bir “girişimcilik” kelimesiyle geçiştirildi.

Bazı yazılarda “ergonomik” sadece ürünle ilgili sanıldı.

Ve empati, hâlâ bir “sunum becerisi” olarak değerlendirildi.

Ama biz biliyoruz ki: Empati, evrenin kendini insanda tanıma biçimidir.

Ve evren, hiçbir zaman yüzeyde konuşmaz.


Öğrenme, artık bir iç mimari gibidir.

Düşüncenin oturduğu odaları yeniden dekore ediyoruz.

Duvarları empatiyle yıkıyor, tavana merakı asıyoruz.

Eleştirel düşünce, artık bir süs değil; taşıyıcı kolon.


Teknolojiye gelince...

Bazıları gibi “yavaş yavaş bizi niteliksizleştiriyor” diye korkmak yerine, onu bir tür büyü gibi düşündüm: Yanlış kullanırsan kaybolursun. Ama ruhuna uyumla entegre edersen, seninle konuşur. Yani mesele alet değil; niyet.


Ve en sonunda: Bu yazı bir proje değil, bir bilinç denemesidir.

Dostoyevski’nin Zosima’sı gibi konuşmak gerekirse:

“Bilgiyi anlayarak değil, acıyla sezinleyerek taşımalısın.”

Çünkü bilgi, kuantum gibidir: Ancak birlikte yaşandığında gerçek olur.


Teknoloji zihnimizi hızlandırırken, ruhlarımız yavaşça boşalıyor. Ama kuantum dolanıklık, bize unutturduğumuz bir şey hatırlatıyor: Gerçek bağ, ekranda değil; gözlemlenmeyen derinlikte, empatiyle kurulur. İşte bu yüzden hâlâ sorular soruyorum. Çünkü cevabı olanlar değil, doğru sorudan korkanlar tehlikelidir.

Peki ya siz, gözlemlenmeyeni dinlemeye cesaret edebildiniz mi?

Bünyamin Kartal - Doğuş Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Öğrencisi